Meltem Ataş

Yeşilçam'a dair

Meltem Ataş

İçerisinde bulunduğumuz hayat şartları, yaşam savaşı bireysel olarak gerek bizleri gerekse toplumu çok fazla yordu belli ki. Hızla gelişen ve değişen teknoloji beraberinde pek çok yenilik getirdi. Öyle bir hızla gelişti ki bir anda kendimizi modern hayatın dişlileri arasında sıkışmış bir halde buluverdik. Sınırsız iletişim beraberinde sınırlı ilişkiler geliştirmeye başladı. Öylesine kapıldık ki bu modern dünyanın rüzgarına; ailemizi, hayatımızı, sorumluluklarımızı ve sevdiklerimizi ihmal eder hale geldik. Zamanla sinirli bir ruh hali olan, mutsuz bir yaşam sürdüren, varlık içerisinde yokluk çekmeye başlayan agresif tipler türemeye başladı hayatımızın her alanında. Ve biz eksikliklerimize yenildik.

Hani hep olur ya hayatımızın bazı anlarında; bir filmde, bir kitapta, bir şarkıda takılı veririz öylesine. Farklı bir dünyayı seyreder gibi bakarız o an kendimize. Hele de hoşumuza gitmişse ruh halimiz düzelir, asık suratın yerini tebessüm alır, güzel duygularla temiz hayallere merhaba deriz bir anda. Çünkü baktığımız güzelliklerde kendimizi bulma sancısıdır yaşadığımız. Okuduğumuz herhangi bir kitabın ya da izlediğimiz bir filmin içimizde hissettirdiği huzur tarifsizdir. En çok da eski Türk filmlerinde ve klasiklerde takılıp kalırız.

Yeşilçam mı desem nostalji mi bilemedim. Ne kadar eski olursa olsun hayatımızda iz bırakmaya, kendimizden bir şeyler bulmaya sebep olur. Verdiği mesajların altı kırmızı çizgilerle çizilir. Çünkü bize görünen yüz burada hep doğaldır. Hissettiğimiz duygular ise gerçek. Nostaljik filmlerin en güzel yanı belki de burasındadır. Karşılıksız sevgiler, almadan verilen gönüller, büyüklerden öğrenilen saygı, usta çırak ilişkisi, çıkarsız dostluklar, her sahnede kendini apaçık belli eder. İnsanların yaşam tarzları, kıyafetleri, fakir hayatın en dibini yaşayanların acı hikayeleri, kötü insanların acaba daha ne kadar kötülük yapabilirler diye düşündürtmeleri, komşuluk ilişkileri, hoşgörü, sevgi, saygı, evet hepsi ama hepsi gerçek hayatı yansıtır.
Film kahramanlarından bahsedelim biraz. Yeşilçam filmlerinin en baba kahramanı Münir Özkul, müşfik, dürüst, çalışkan ve erdemlidir. Anne rolü Adile Naşit’indir. Nasıl aile olunur, Türk aile yapısı nasıldır, her sahnede bir bir gösterilir. Bugünlerde kaybolmaya yüz tutmuş aile, arkadaş, sevgili, eş ve dost figürlerine atıfta bulunurlar her defasında. Jest ve mimiklerin gerçekliği, rollerinin hayatlarına yansıması, gerçek yaşamı anlatım, bu filmleri daha cazip ve gerçek kılar. Gülen Gözler, Bizim Aile, Neşeli Günler, Aile Şerefi, Selvi Boylum Al Yazmalım, Yeşilçam’ın en etkileyici filmlerindendir biliriz. Türk aile yapısını ilmek ilmek işlerken her sahnede ezilenin yanında, dosdoğru ve vakarlı durmayı ihmal etmezler. 1970’lerin en gözde filmleri de diyebiliriz. Asıl verilmek istenen mesaj, aile yapısı, aile bağlarının sağlamlığı ile onurlu bir kazançtır. Ve gerçek hayattır sergiledikleri. Belki bu nedenledir ki aradan geçen onca zaman rağmen her izlediğimizde hala aynı heyecanı, mutluluğu, hüznü ve acıyı duyarız. Her sahnesi sanki ilk kez izliyormuşçasına etkiler bizi.

Bizim Aile filmi sevgi, dostluk, aile bağları üzerine kurulmuş harika bir yapıdır. Yaşar Usta ile Melek Hanım bir hayatı birleştirirken aslında ailenin kutsallığı üzerine kurarlar yeni hayatlarını. Unutulmaz repliği hala kulaklarımızda.
-Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey. Sen mi büyüksün, hayır.
-Ben büyüğüm ben Yaşar Usta!

Her izleyişimizde bu repliği ezbere tekrar ederken buluruz kendimizi. Filmin sonunda Yaşar Usta, fabrikatör Saim Bey’e unutamayacağı bir hayat dersi verir. Hayattaki en kıymetli şeyin manevi değerler olduğunu kabul ettirir.
Gülen Gözler, belki de 70’li yılların en kaliteli oyuncuların bir araya geldiği nadir filmlerdendir. Her oyuncu kendi kalitesini fazlasıyla gösterir. Adile Naşit, Münir Özkul, Şener Şen, Ayşen Gruda ve diğerleri… Tertemiz aşkın ve saflığın simgesi Şener Şen yani nam-ı diğer Vecihi, şüphesiz Türk sinemasının en kaliteli oyuncularındandır. Yaşar Usta’nın Vecihi’yi sürekli reddetmesine rağmen kararlı bir şekilde devam etmesi, sevginin en saf ve vazgeçilmez halini gösterir. Kalabalık ailenin sorunlarını, maddi sıkıntıları, kötü karakterli hırsız müteahhitti, aslında çok güzel bir dille eleştirmiştir film boyunca. Yedikleri bir tabak kuru fasulye ile bile mutlu olan insanlar vardır. Gerçek hayattan kesitler sunduğu için filmde kendimizden ve hayattan çok şey buluruz. Onları yıllardır tanıyormuş gibi bir hissiyata kapılırız o an. Tanıdıklarımız gibi gelir bizlere. Şimdi o meşhur repliği hatırlayalım;

-Sana kız vermem.
-Çok haklısınız ben de olsam sizin yerinizde vermezdim.
-Peki öyleyse niye istiyorsun?
-Neyi?
-Kızımı istemiyor musun?
-Aman efendim siz verdikten sonra niye istemeyeyim?

Film sonunda Vecihi’nin Yaşar Usta’ya desteği gözlerimizi doldururken, Vecihi sevdiğine kavuşur.
Neşeli Günler, kaliteli oyuncu kadrosundan biri daha. Kazım Bey ile Saadet Hanım’ın turşunun iyisinin limonla mı yoksa sirkeyle mi olur tartışmaları, ayrılıkla son bulur. Anne ve babanın ayrılışı, kopan kardeşlik bağları, yıllar sonraki dramatik buluşmaları, güldüğümüz sahnelerin dışında bizleri hayli hüzünlendirir. O kadar hüzünleniriz ki gözyaşlarımıza hakim olamayız bazı sahnelerde. Filmde o kadar sade bir anlatım vardır ki; her şey doğal, içten ve olması gerektiği gibi Batı etkisinden, zenginlik merakından uzak, tamamen gerçek hayatı yansıtır. Adile Naşit ve Münir Özkul’un çocukları ile yıllar sonra ilk karşılaşma anlarında muhteşem bir oyunculuk vardır. Kaybettiğimiz değerlerimizi buluruz adeta. Şener Şen, Ziya karakterini öylesine güzel canlandırır ki, palavralarını öyle abartır ki dinlerken ‘atma Ziya’ diye tepki verdiğimiz çok olmuştur. Atma Ziya…
Münir Özkul ve Adile Naşit’in meşhur repliği unutulmaz;

-Sen daha turşu suyunun iyisi nasıl olur onu bilmiyorsun!
-Sirkeeeeeyle olur.
-Limoooooonla olur.
-Sirkesiz bir halta benzemez.
-Limooonnnn, sirkeeeeeeee….!
Ve mutlu sonla biter.

Filmler aslında toplumsal hayatımızın yansımasıdır. Çekildikleri yılların izlerini taşırlar. Lüks yaşam, para hırsı, gereksiz hayranlıkları ve beklentileri yoktur. Öylesine kaliteli oyun çıkarırlar ki onların kalitesi anlattıklarında, dillerinde, kıyafetlerinde ve muhteşem oyunculuklarındadır. Mutlulukları da hüzünleri de gerçektir. Bugün geçmişe, güzel komşuluklara, ahşap bahçeli evlere özlem duyuyorsak, bu filmler bize gerçek güzellikler katmıştır.
İşte kaliteli yapıtlar hep böyledir. Üstelik imkanların sınırlı olduğu yıllarda böylesine geniş kitlelere ulaşmışlardır. Çünkü gerçek sanatçılar hayata ve gönüllere dokunmuşlardır. Mutlu sonlar biten hikayeler olmuş, verilmek istenen mesaj izleyicilerde kabul görmüştür. O nedenledir ki eskiler güzeldir, eksilmedikçe…
 

Yazarın Diğer Yazıları