Meltem Ataş

UMUT İYİLEŞMENİN YARISIDIR

Meltem Ataş

Hayat insanı bazen bir yere koyar ve size buradan devam et der. Zaman geçtikçe her yeni günde yeni olaylarla karşılaşmak durumunda kalırsınız. Bugün dediğimiz ya sonsuz geçmişimizde bir lahza ya gelecek okyanusumuzda küçücük bir anı yaşamaktır. Bugünü değerlendirebilmek geçmiş ve geleceği iyi yaşayabilmekle mümkündür. Hep bir zaman kaygısı yaşayarak hareket edersek bugünümüzü iyi değerlendirme fırsatını da elimizden kaçırırız. O nedenle de anı yakalayabilmek önemli.

Hayatımız boyunca iyi ve kötü hatıralarımızı hayatımızın belirli dönemlerinde saklayıp durmuşuzdur. İyi olanları anımsamaktan mutluluk duyarken, kötü olanlardan hep kaçarız. İşte hastaneler de bu kategorilerden birisidir belki de…
Hastaneler tıpkı adliye koridorları gibi pek çok üzücü hikayelere mekan olmuştur. Koskoca yaşlı binaların içerisinde birbirinden farklı binlerce hayat hikayesi. Çoğu zaman beklemenin, umut etmenin verdiği üzücü yorgunluk ve gözyaşları olurken, bazen de umut ışığı doğmuştur o garip hikayelerimizin içerisine. Burada bakış açıları ve hisler çok farklıdır. Üzüntü ve gözyaşlarıyla dolu bir halde beklemeyi öğretir insana. Yeni insanlar ve yeni hayatlar tanırsınız sonrasında. Acı tatlı pek çok hayat hikayesidir karşınıza çıkan. Sonra hasta yakınlarıyla garip bir şekilde, akrabalık derecesinde yakınlıklarımız olur. Bir anda yıllarca tanıyormuşçasına bir muhabbete dönüşür bu tanışıklıklarımız. Sanki yıllardır yan yanaymışız gibi.

Hasta yakınlarının o perişan, umut bekleyen halleri dikkatimizi çeker zaman zaman. Karı kocanın birbirine destek olmak için omuzlarda ağlamaları, iki kardeşin sarılıp gözyaşlarında acılarını dindirmeye çalışmaları, ameliyat sonuna kadar bir an olsun yakınının elini bırakmayan kardeş, dost, arkadaş desteği ne güzel bir sevgi örneğidir insanlar için. Ve hala gelecek adına ümitlerimiz olur.

Hastane atmosferi sizi öylesine etkiler ki; yan odada inleyen bir hastanın üzüntüsünden sabaha kadar uyuyamazsınız. Aslında aynı mekanı paylaşmanın dışında onlarla hiçbir bağınız yoktur. Buna rağmen insani duygularınız şaha kalkar. Ve o an gerçekten insan olduğunuzu hissedersiniz. Koridorun öbür ucunda hastasını kaybeden insanların feryadı gelir kulaklarınıza. Ağlayan, yakınan insanların o halleri öylesine işler ki ruhunuza, sonrasında kendi hastanızın yaşıyor olmasından duyduğunuz mutluluğu görünce bu düşüncenizden utanırsınız biraz da. Ve kendi hastanızın yaşıyor olmasına acı bir şekilde sevinirsiniz.

Sabahları odanıza gelen hastabakıcılar vardır. Farkında olmadan onlarla ahbap olduğunuzu görürsünüz. Onların şirin, sevimli hallerinden garip bir mutluluk duyarsınız. Hastaneler biraz da böyledir. Sizlerde çalışanları ile arkadaş olma hissi uyandırır. Doktor ve hemşirelerin güzel muamelelerini es geçmeyelim. Onların her tavrı, yaklaşımı, tebessümleri bile hastalara garip bir şekilde cesaret ve huzur verir. Hastalara güzel muameleleri ile gönül kazanmalarından bahsetmiyorum bile. Hastaların gözünde, artık kurtarıcı bir kahramandır onlar. Garip bir umutla dört elle sarılırlar. Bu da doktor ile hasta ilişkisini daha anlamlı kılar. Saatlerce yaptıkları çalışmalara, günlerce ard arda tuttukları nöbetlere, uykusuz hiç durmadan sergiledikleri performanslarına rağmen hastalarına sürekli umut ışığı olurlar. Bu tavırları onların mesleklerinde ve hastalarının gözündeki yerini yüceltir. Ameliyat olacak her hastada bir korku, sağlık çalışanlarından kendilerine karşı güzel bir yaklaşım beklentileri vardır. Öyle ki şirinlik yaparak yemek dağıtan görevli amcanın güler yüzünde bile umut arar onlar. Hastane psikolojisi biraz da böyledir. İnsana insan olduğunu hatırlatır.

Saniyelerin bile saat gibi geçtiği mekanlardır hastaneler. O uzun sessiz koridorları sabaha kadar kaç kez gidip geldiğinizi bilemezsiniz. Asansör önünde hastalarının ameliyattan çıkmasını bekleyen hasta yakınları olur. Sayısız ameliyata girmiş doktorların çıkış anında gözlerinden dökülen yorgunlukları, kaybettikleri hastalarının yakınlarına nasıl açıklama yaparım endişesi vardır. Bunlara şahit olmanız çok farklı hisler uyandırır içinizde.

Hastanede kaldığımız ikinci gündü sanırım. Doktor ikindi vakti bir ameliyata girdi ancak hasta yakınlarına çok ümit verici konuşmamıştı. Onlar doktorun gözlerinde, sözlerinde bir kelimelik umut bekliyorlardı ama yoktu. Her şeye hazırlıklı olunması gerektiği söylense de onlar hastalarının kurtulacağına inanmak istiyorlardı. Galiba umut biraz da böyle bir şeydi. Olmayacağını bilmenize  rağmen  vazgeçememek. Doktor ameliyattan çıkarken eliyle maskesini çekip üzgün bir yüz ifadesiyle çöpe attı. Odasına girer girmez odasının içinde defalarca gidip geldi. Asistanlarına nasıl söylerim şimdi ben hastanız öldü diye derken ki üzüntüsü, çaresizliği, insanlığının ispatıydı.

Hani anlatılır ya hep; ileri derecede hasta olan iki adam hastanede aynı odada yatar. Hastalardan birine sadece günde bir saat oturma izni verilir pencerenin yanında. Diğer hasta sürekli sırtüstü yatmak zorundadır. Bu hastalar her gün saatlerce birbirleriyle konuşur. Hayat hikayelerini anlatırlar birbirlerine. Pencere önünde oturan adam, yatan hastaya gördüklerini en ince ayrıntılarına kadar her gün anlatır. Yatan hasta buna öylesine alışır ki, ertesi gün aynı odada buluşmayı ve arkadaşını dinlemeyi iple çeker. “pencere içinde çok güzel bir parka bakıyor. Ördekler, kuğular yüzüyor bu gölde. Genç aşıklar el ele dolaşıyor bu parkta, ağaçlar etrafı süslüyor...” Adam gördüklerini öylesine ince detayla tasvir eder ki yatalak hasta kendini o güzelliklerin içinde hisseder her an. Günler haftalar geçti derken, hastaya banyo yaptırmak için gelen hemşire pencere kenarındaki hastanın cansız bedeniyle karşılaşır. Hasta uykusunda ölmüştür. Bir anda hüzünle gözleri dolan hemşire görevlileri çağırıp hastayı dışarı çıkarır. Diğer hasta hemşireye kendisinin pencere önündeki yatağa taşınmasının mümkün olup olmadığını sorar. Hemşire memnuniyetle isteğini yerine getirir. Adam yavaşça doğrulur ve pencereden bakmaya çalışır. Bakınca bir de ne görsün, taş bir duvar. Meğer arkadaşı sırf onu mutlu edebilmek için böylesine güzel bir hikaye uydurmuş. Tamamen kendi hayal gücüymüş. İşte birinin hayatında umut olabilmek biraz da böyle bir şeydir.

Hani Peyami Safa’nın ne güzel sözüdür. Hastane hayatı yalnız koku ile ayrılır. Bu koku hastanenin ruhudur. O nedenledir ki; hayat her zaman tatlı bir müzik parçası değildir. Gerçek hayatın nasıl olduğunu görmek isterseniz çıkıp bir hastane koridorlarına bakın deriz…

Sağlıktan büyük zenginlik yoktur…
Sağlıkla kalın…
 

Yazarın Diğer Yazıları