Kaybedilenlere dair
Meltem Ataş
Birileri gelir, yaralarımıza dokunur
ve en onulmaz acılarını bırakarak giderler.
Kötülük yapmak istercesine…
Az yaşanmışlıkların hayatımızı acıttığı bir dönemdi yaşadığımız. Hoyrat rüzgar bizi oradan oraya savururken; nereye gideceğini bilmeyen, yolunu kaybedenlerden olduk zamanla. Bir hüzün mevsimiydi bizimkisi. Üzerimizden kara kara bulutlar geçerken, olumsuzluklarını bırakmak için fazlaca aceleciydi. Acıların, hayatımızda yerini alarak kendini gösterme zamanı çoktan gelmişti belli ki. Biz onları bağıra çağıra haykırmaya meyletmişken, yüreğimizin en kuytularına hapsedercesine susturmuştuk. Kalbimizin en derinleri barınak olmuştu onlara.
Ne bağıra çağıra sevda türkülerinde haykırabilmiştik aşk şarkılarımızı, ne de böylesine kahramanlık yapabilecek sevdalarımız vardı. Esen her rüzgar dalımızın bir yaprağını daha kopardı her defasında. Hayatımıza anlam kazandırmaya çalışırken, çokça yara aldık muhakkak. Daha yürümeyi öğrenemeden, koşmaya çalışmak gibi garip bir telaşımız olmuştu. Halbuki bu beyhude çabalarımızdı bizi daha çok yoran ve yaralayan. Yol almaya çalışırken ki yol bırakmışlıklarımız oldu zaman zaman. Bir mola niyetine dinlendiğimiz duraklar, geri dönüşlerimize şahit olmuştu ara sıra. Gidilmek istenen yolların kıymetsizleştiğini anlamak hayli zaman almıştı. Yoksa bu beyhude ısrarlarımız niyeydi?
Acılar…
Onlar değil mi ki bizleri ızdırap denizinin dehlizlerinde boğmaya çalışan, sığınacak limanları olmayan. Aslında gemi, sığındığı o limanları özlemişti de dalgalarla boğuşmak bahaneydi. Ama deniz de son sözünü söylemeyi ihmal etmemişti…
Bir yola çıkmak bütün riskleri göze almaktır. Hüznü de mutluluğu da göğüslemeye kararlı olmak, cesur olabilmek aslında. Başlangıçta acılarla kaplı o zırha bürünerek çıkmıştık biz bu zorlu yollara. Bildiğimiz bütün silahları kuşanmıştık. Gözyaşları yarenlik etmişti yol alırken, vefalı bir dost gibi elimizden tutmuştu, ve biz acılarımızı sevmeye başlamıştık. Zamanla aşmaya çalıştığımız engebeli yollarımız olmuştu. Uzun uzadıya yol yürümek kolay olmamıştı elbette…
Sonrasında belirmeye başlayan hatıralara ne demeli, uzun bir film şeridi gibi adeta. Hani zaman zaman olur ya, yıllar öncesine döner, eksik yanlarımızı hatırlarız. İşte o hesap. Gözlerimiz hüznün basamaklarını tırmanırken ara sıra bir mola verir, sanki nefes almak istercesine. Ayaklarımız kalbimizin üzerinde koşarcasına çırpınırken yorulur. Bir anda kendimiz pencerenin önünde bir bardak demli çayımızı yudumlarken buluruz.
Zaman her şeyin ilacıdır diye beylik cümleler kuran insanlar olacaktır etrafınızda. Ama ne zaman o eski zamandır, ne de ilaç olacak kudrette bir tesiri kalmıştır. Düşüncelerimizin altını ısrarla çizmeye çalışan her insan, zamanı ve yaralarımızı daha çok kanatır. Çok sevdiğim bir arkadaşımın şöyle güzel bir cümlesi vardır: “Birileri gelir, yaralarımıza dokunur ve en onulmaz acılarını bırakarak giderler. Kötülük yapmak istercesine.” Meğer ne kadar da haklıymış. Zaman aşımına uğrayan her durum acısını da yokluğunu da azaltır derler. Ama yaralarımız öyle mi?
Zaman aşımına uğramazmış yaralar. Sadece duygularımız başkalaşır. Biz, duygusuz bir yürekle, sakat bırakılmış bir halde hayatımıza devam ederiz. Her iyileştirme çabamız bir öncekini acıtır. Bundan sonrasını sorarsanız, artık bir yanımız eksik mi desek yarım mı? Bilemedim ama bakışlarımıza, konuşmamıza, gülüşümüze takılan acılarımızın oluşacağı muhakkak. Her mutlulukta biraz gizlenmeye çalışan acılar vardır. Her gülüş mutsuzluğunu saklamak istercesine inatçıdır. Her konuşma biraz sessizleşir yorulunca. Her yaşam biraz kırık, biraz yaralanmış, biraz durgundur kendi alanında.
Oturduğumuz masayı terk eden acılarımız da olur zaman zaman. Ama hangisi canımızı daha çok acıtır diye sorarsanız işte orası muamma…
Her yerde bir yaşanmışlık hikayesinin izleriydi bırakılmaya çalışılanlar. Neler yaşandı şu garip hikayelerde. Her hikayede farklı rollere bürünmüştük zaman zaman. Baş kahramanlar yaratmıştık kendi küçük hikayelerimizde. Kekremsi tatta acılarımız olmuştu. Eflatun hüzünlerimiz…
Şimdilerde ıssız limanlar gibi bir yanımız, öbür yanımız sonsuz suskunluklara gebe. Yürekler yangın yeri, çırpınışlarda can çekişmekte. Geride yaşanmış koca bir hayatı bıraktık biz.
Mutluluk kokan yarınlarımız olsun istemiştik. Çok mu şey istedik şu hayattan? Geçmişe dair koyu belirgin çizgilerimiz vardı. Geleceğe umutla bakmayı beceremedik biz. Becerebilseydik rengarenk yaşanmışlıklarımız olurdu. Umutlarımızı barınak yapardık mutluluklarımıza. Belki zorlanırdık çizgilerimizi karartırken. Ellerimiz titrerdi desenlerin güzelliğinden. Direnişlerimizde tükenmezdik. Savunmasız her sığınmamızda daha güçlü kalkardık yerimizde. Kırılgan, umutsuz tüm çizgileri yok ederdik. Yokluklara tuhaf anlamlar yüklemezdik. Bu kadar canımız yansın da istememiştik.
Mutluluk kokan yarınlarımız olsun istemiştik. Çok mu şey istemiştik şu hayatta…