Gelişiyle memnun gidişiyle mahzun eden sevgili
Meltem Ataş
“Oruç ki aç gözlülüğün zindanından,
Tok gönüllülüğün sarayına yükseliştir.
Reyyan kapılarını sonuna kadar açtıran…
Hoş geldin Ya Şehri Ramazan…”
Hayatımız boyunca yaşadığımız her anın, her günün, her ayın hatta gelip geçen her mevsimin bile güzelliklerini muhakkak ki, ayrı ayrı yaşamışızdır. Ama Ramazan ayını yaşayan gönüller bu kategori içerisinde en şanslı sınıftandır. Çünkü bu ay bedenimizin ve ruhumuzun bir bütün olarak hareket ettiği, sağlığımızı sıhhat bulduğu, maddi manevi bir huzur atmosferine dönüşen hayatımızın sıhhat dolu en özel anlarından biridir. Ramazan ayında zamanımızı farklı kategorilere ayırırken yeni kavramlarla karşılaşacağımız muhakkak. Sahur, iftar, imsak, teravih ve mukabele bunlardan bazılarıdır.
Hepimizin hayatında eskilere hep derin bir özlem duyulur. Zaman zaman Ramazan ayı için de aynı özlemle geçmişi yad ederiz. Ah o eski ramazanlar dediğinizi duyar gibiyim. Ailecek yapılan iftarlar, ezan saatine yakın fırınlarda oluşan pide kuyrukları, son saatlere bırakılan iftar alışverişleri, yemek sonrası biraz hava almaz, eh azıcık da yediklerimizi sindirme adına evden bir telaş çıkmak için gösterdiğimiz üstün performans, gecenin geç saatlerinde tempolu yürüyüşlerimiz, komşularımıza her akşam asla ihmal etmediğimiz bir kap yemek ikramımız, iftar sofralarında kaşık çatal seslerine karışan kahkaha seslerimizle açtığımız oruçlarımız, ezana son saniyeler kalırken zaman hesaplamalarımızdaki sabırsızlıklarımız, ezan okunmaya yakın son üç dakikaların üç sat gibi uzun gelmesi, bir şişe suyu nefes almadan içmenin telaşıyla leziz yemeklerin olduğu sofradan yarı aç kalkmış olma durumlarımız, ezan okunmaya yakın olmazsa olmaz bir demlik çayımız… Bu listemiz uzayıp gider elbette…
Ya sahur vaktine ne demeli, hayatımızda yeri, önemi ve anıları apayrıdır elbette. Bir sünneti yerine getirme sevincimiz de cabası. Her evde kendini sahur hazırlamaya feda etmiş gönüllü sahurcular vardır. Herkes uyurken onlar mutfakta hummalı bir hazırlık içerisinde olurlar genelde. Ses çıkarmadan sofrayı hazırlama telaşları, sofra kurulumundan sonra bütün aileyi tek tek uyandırma girişimleri, sabah ezanı ile birlikte uyumuş olmalarına rağmen üç dört saatlik uykuyla ayakta kalma çabaları ile uykusuzluğa karşı sessiz bir direnişe geçen kahramanlardır onlar. Ama bu kadar yorgunluk, yoğunluk ve koşuşturmaya rağmen duyulan mutlulukla karışık o huzur elbette ki paha biçilmezdir.
Ramazan ayında ruhumuzu arındırma çabalarımız karşılık görürken, bedenimiz de sıhhat bulur. Çok farklı bir atmosferde manevi bir arınma iklimidir yaşadığımız. Kendimizle baş başa kalınca yapılan o iç hesaplaşmalardan bahsetmiyorum bile. Bazen iyiden iyiye düşünüp, sırtımızdaki kamburlardan kurtulmaya, kötülükleri yok etmeye, bundan sonraki yolumuza dikenlerimizden arınarak devam etmeye, huzur basamaklarını adım adım tırmanmaya vesile olur. Beraberinde getireceği kazanç paha biçilmezdir. Yaptığımız iyilikler ve ibadetler karşılığında alınan ve edilen dualar vardır. Ve bunun gücünden fazlasıyla istifade ederiz. Manevi iklim havasında bize bir ilkbahar yaşatır. Sonrasında dualarımızın karşılık bulması mı dersiniz? Mutlulukla karışık duygu seli ile yaşanan duygusal yoğunluklar mı? Sonrasındaki gözyaşı sağanaklarımız mı? İnsanların gözünde gördüğümüz sevgi ve merhamet karşılığında allak bullak olmamız mı? Ne ararsanız vardır bu mevsim geçişinde. Şahit olduğumuz güzellikler karşısında kendi derdimizi unutacağımız muhakkak…
Ramazan ayı böyledir işte. Sizi asıl olmanız gereken kişi yapar. Manevi iklimine girdiğiniz andan itibaren huzura koşacağınız garanti. Öyle bir geliştir ki gelişi, yağmurun toprakla buluşması misali, bizleri de huzur ve bereketi ile kuşatır.
Ya Şehri Ramazan…
Başlangıçların ve sonuçların teselli yeri. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden iltica…
Ramazan ayının bereketi sofranıza, huzuru kalbinize, imanı dualarınıza yansısın. Ramazan-ı Şerifimiz mübarek olsun…