Yeni Başlangıçlara Dair
Ne güzel söylemiş Cemal Süreyya, “Bazen sadece yorgun oluyor insan. Ne küs, ne aşık ne de yalnız diye”
Biraz yorgunum, sancıları birikiyor hayatın. Kaç yıl oldu sayısını unuttum. Belki bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az belki hesaplanması çok güç uzun bir zaman dilimi. Geçmişe dair tüm hesapların yamacındayım yine, elimde bir bardak demli çayımla o meşhur okuma köşemde. Yanı başımda eski zamanlarda kalma kitabım, tozlu raflardan indirilmişçesine garip edasıyla. Takılı kaldığım düşüncelerimin arefesinde durmak isterken ki o garip ısrarım. Sayfa aralarında sıkışmış ayracım, düşüncelerimin can alıcı noktasına tutunmuş, en inatçı yanıyla. Bir hayatı dolaşmak, anılara misafir olmak, dünyayı dolaşmaktan daha zor der gibi.
İkindi vaktinin en güzel saatleri. Sesi, kokusu, hatıra niyetine iz bırakmışlıkları. Duvara vuran güneş ışıklarının yavaş yavaş kayboluşu bile güzeldir bu saatlerde. Bir kahve radyosunda Aşık Veysel türküsü gelir kulaklarınıza, bir dolmuşta Müslüm Gürses'tir şoförün tercihi. Gençler hiç anlamaz bu seslerden, onlara çok yabancıdır bu haykırışlar. O nedenledir ki kulaklıklarına yapışık takip ederler hayatı. Duymak istemedikleri bütün seslere inat. İkindi vakti böyledir işte. Öyle dokunur ki yüreklere…
Ah o yürekler koca bir yangın yeri. Gidenler ve kalanlara dair kırık dökük ifadeler, çengelli iğneyle yaka uçlarına iliştirilmeye çalışılmış gibi. Hangi yana dönsek çıkmaz bir sokak korkusu sarmış zihnimizi. Sonra dönüşü olmayan o yolculuklara dair ufak tefek hesaplar. İkindi yağmurlarının ara sıra etrafa yaydığı o muazzam toprak kokusu. Penceremizin buğusuna karalamak istediğimiz sayısız kelimeler. Oysa tek bir kelime bile anlatmaya yetecekken her şeyi. Yorgunluk mu, yolculuk mu bilemediğimiz zihnimizi kurcalayan düşünceler. Kendi hayatımızdan dünyaya açılan o dar, rutubet kokulu, eski zamanlardan kalmış; kırık dökük ama önü gün görmüşcesine aydınlık pencere. Ve gitmeye karar verilen o son yolculuk.
Bavulum hazır. Peki ben hazır mıyım bu yolculuğa? Yanıma almaya karar verdiğim bütün eşyalarımı bir bir topladım. En sevdiğim kırmızı elbisem, üzerimden hiç çıkarmadığım siyah kazağım, sulamayı ihmal etmediğim kaktüsüm, çocukluğum, gençliğim. Kutusuna yerleştirirken bile dokunmaya kıyamadığım rengarenk takılarım, en sevdiklerimden hatıra niyetine saklanan hediyeler. Anneannemden kalan işlemeli beyaz mendilim, tükenmiş sevdaların maziye gömülen naaşı, kitaplarım, küçücük valizime sığdırmaya çalıştığım o koskoca dünyam…
Ya ardımda bırakmaya karar verdiklerim, acı tatlı hatıralar, penceremin önünde sayısız hayallere ev sahipliği yapmış okuma köşem. Sitemizin bahçesindeki ıhlamur ağacı, sayısız fotoğraf karelerine mekân olmuş; duygularını yazıya dökenlerin biraz yaralayıp hırpaladığı tahta bank. Yan sokaktaki çocukluk arkadaşım, her gün alışveriş yaptığım bakkal amca, bahçemizi kendine mekan tutmuş kimsesiz kedi. Yani valizime sığdıramadıklarım.
Bu mevsimsel geçişler böyledir işte. Dönüşü olmayan yolculuklara inandırır insanı. Gitmeyi koymuşsa gönlüne çok düşünmeyi bırakırsın. Belki de ardında kalan yaşanmışlıklardır seni böyle zorlayan, kim bilir? Yeni başlangıçtır yolcunun payına düşen, ne ile karşılaşılır orası muamma. Çünkü insan her şeyi yaşayarak öğreniyor bu hayatta. Hani sizin deyiminizle, tecrübe ederek. Acı tecrübeler doğru kararlar aldırır insana. Bir romanda okumuştum yeni başlangıçlara dair; “Yeni bir hayat, özel bir vakadır” demişti yazar. Her vaka yeni hikayeler doğurur beraberinde. Belki her okuduğun hikayede kahraman olursun ama en çok kendi hikayende yorulursun. Yeni başlangıçsa payına düşen, kısa hikayelerle başlamalısın bu serüvene. Uzun uzun hikayelerde kendini anlatmaya çalışırken kaybolmaya gerek yok.
Her hikaye bir kahramanla, her başlangıç yalın hikayelerle başlar. Şimdi yeni başlangıçlara merhaba derken, kendi hikayemin baş kahramanı olmaya gidiyorumdur belki de…
Meltem Ataş
Diyanet Sen Kadın Komisyonu Başkanı